Eskiden spor, hayatın doğal bir parçasıydı. Köylerde büyüyen çocuklar sabahtan akşama kadar koşar, tarlada çalışır, derede yüzer, ağaçlara tırmanırdı. Ne özel bir programa ihtiyaç vardı ne de bir “spor salonuna”... Vücut zaten doğanın içinde, hayatın akışında güçleniyordu. Kimse "bugün bacak günü mü?" diye düşünmezdi; çünkü hareket etmek yaşamanın ta kendisiydi.

Bugün ise şehir hayatında spor, başka bir boyuta taşındı. Artık spor, günlük yaşamın doğal bir parçası değil, özellikle planlanan ve "performans" odaklı bir etkinlik haline geldi. Spor yapmak için spor salonlarına üye oluyoruz, programlar yapıyoruz, hedefler belirliyoruz: kaç kilo verdik, kaç adım attık, hangi kas grubunu çalıştırdık? Hareket etmek bir ihtiyaçtan çok bir proje yönetimi halini aldı.

Peki, nerede yanlış yaptık? Belki de sporu hayattan ayırarak başladık bu hataya. Spor artık nefes almak gibi doğal bir refleks değil; yerine getirilmesi gereken bir görev, hatta çoğu zaman bir gösteri. Şehirde, spor yaparken bile izleniyoruz: hangi marka kıyafeti giydiğimiz, hangi uygulamayı kullandığımız, kaç kalori yaktığımız görünür hale geldi. Spor, yaşamak için değil, görünmek için yapılan bir etkinlik oldu.

Oysa köyde, doğada spor bilinçsizce yapılırdı ama belki de en doğrusu oydu. Sabah erken kalkıp su taşımak, tırmık sallamak, odun kırmak... Beden işliyordu ama kimse bunu “antrenman” olarak görmüyordu. Yorulmak, kas ağrısı çekmek doğaldı; şikâyet değil, hayatın bir parçasıydı. Şehirde ise en ufak bir ağrıda motivasyonumuz kırılıyor, bırakıveriyoruz. Çünkü sporu hayatın içinden söküp bir hedef listesine koyduk: “Yaza kadar forma gir”, “Bu sene maraton koş”, “10 kilo ver.”
Bu yüzden bugün, birçok insan sporu sürdüremiyor. Çünkü spor artık sadece bedeni değil, ruhu da yoruyor. Zihinsel bir yüke dönüşüyor. Halbuki hareket etmek bir keyif olmalıydı, bir özgürlük alanı.

Belki de çözüm, spora doğayla kurduğumuz o eski, samimi ilişkiyi hatırlamakta. Spor salonlarının steril ortamlarından çıkıp parklarda, ormanlarda, sokak aralarında, deniz kenarında yürümekte. Hedeflerden, istatistiklerden, sosyal medya paylaşımlarından bir adım geri çekilmekte.

Köyde spor doğal bir akıştı, şehirde ise performans takibi. Yanlışımız, sporu hayatın ritminden koparıp bir rekabet alanına çevirmek oldu. Belki de şimdi yapılacak en doğru şey, yeniden doğayla, bedenle ve kendimizle barışmak. Çünkü gerçek güç, istatistiklerde değil; her gün küçük bir hareketle, hayatın içinde kalabilmekte saklı.