Türkiye kamuoyunda hâkim olan görüş, basın açıklamasının "muhtıra" olduğu yönündedir. Bildiri internet aracılığıyla verildiği için "e-muhtıra" olarak da adlandırılmıştır.
Yaşar Büyükanıt: Ben yazdım ama bu bir muhtıra değildir
Genelkurmay Başkanlığının 12 Nisan tarihinde, yapılacak Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yaptığı ve birçok köşe yazarının katıldığı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin "Atatürkçülüğe, laikliğe ve cumhuriyetin temel ilkelerine sözde değil, özde bağlı" bir cumhurbaşkanı adayı profilinin çizildiği basın bilgilendirme toplantısının ardından yaşanan adaylık sürecinin ve rejim ile ilgili kaygıların değerlendirildiği ve şimdiye kadarki Genelkurmay Başkanlığı basın açıklaması metodolojisine uymayan açıklama ile başlayan süreç. Açıklamanın ardından birçok gazeteci ve yazar tarafından yapılan değerlendirmelerde bu açıklamanın olağan bir açıklama sayılamayacağını, bunun Genelkurmay Başkanlığı tarafından alışılmadık bir üslup ile kaleme alındığı ve bir muhtıra olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Açıklama, 29 Ağustos 2011'de Genelkurmay Başkanlığının sitesinden kaldırılmıştır. 27 Nisan gece yarısına az bir zaman kala resmî internet sitesi üzerinden yapılan açıklamada adaylık süreci ile 23 Nisan öncesi yurdun birçok yöresinde laiklik karşıtı ve din bezirgânlığı olarak nitelendirdikleri olayların gelişiminin vahim derecede olduğu ve bunun rejime meydan okuma olarak değerlendirilmesi gerektiği yer almış, bununla birlikte TSK'nin yasalar ile kendine düşen görev ve yetkileri kullanmaktan çekinmeyecekleri de dile getirilerek dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 2009 yılında katıldığı bir TV programında bu internet açıklamasının kendisi tarafından yazıldığını fakat bunun bir muhtıra olmadığını söylemiştir.
Sonuç olarak Abdullah Gül aday oldu
Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin Mayıs ayında dolacak olması sebebi ile başlayan cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili olarak özellikle ana muhalefet partisi CHP'nin, Türkiye'nin tepedeki üç makamın da Millî Görüşçü olmaması ve cumhurbaşkanının tüm partilerin uzlaşısı ile seçilmesi gerektiği düşüncesine birçok sivil toplum kuruluşu ile müdahil olması, AK Parti ve diğer sivil toplum kuruluşlarının da kendi adayını desteklemek istemesi taraflar arasında gerginliği tırmandırmıştır. Sezer'in bu gibi tutumlarla, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve bazı medya organları tarafından cumhurbaşkanının tarafsızlığına aykırı olduğu belirtilmiştir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt 12 Nisan'da cumhurbaşkanının Türk Silahlı Kuvvetleri'nin başkomutanı olması sıfatı ile bu seçimlerin kendilerini de yakından ilgilendirdiğini belirtmiş ve seçilecek cumhurbaşkanının cumhuriyetin temel ilke ve kuralları ile Atatürkçülüğün gereklerine sözde değil özde bağlı olması gerektiğini beyan etmesine ve birçok sivil toplum kuruluşu tarafından organize edilen 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi'nin netice vermemesi sonucu süreç doğal olarak başlamıştır. AK Parti Merkez Yönetim Kurulu Erdoğan'a seçimle ilgili tam yetki vermişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı adayını belirlemek üzere AK Parti içerisinde ağırlığı olan ve Millî Görüşçü olarak anılan TBMM Başkanı Bülent Arınç ile yaptığı görüşmeler sonucunda, sunduğu birkaç isimden hiçbirinin istenmemesi ve Arınç'ın ya kendisinin ya da Abdullah Gül'ün olmasını istemesi sonucu Abdullah Gül'ü aday ilan etmiştir.
Amerika ve Avrupa'dan gelen tepkiler
Yabancı haber ajansları ise acil kodu ile üyelerine basın açıklamasını servis ettiler.[26] Avrupa Birliği'nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn, TSK'nin demokratik laikliğe ve demokratik değerlere saygı gösterdiğini ispatlaması için seçim sürecine karışmamasının gerektiğini söyledi. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice: "ABD Türkiye'nin demokrasi ve anayasal gelişim sürecini, dolayısıyla seçimle işbaşına gelenleri tam destekliyor. Cevabımız evettir, ABD de Avrupa Birliği'nin bu konuda Türkiye'ye verdiği destekle aynı pozisyondadır." şeklinde bir açıklama yaptı.