Eskiden bir moda akımı yıllarca sürerdi. Bir şarkı, bir stil, bir slogan aylarca, hatta yıllarca hayatımızı etkilerdi. Şimdi ise her şey birkaç gün, hatta bazen birkaç saat içinde eskimiş sayılıyor. Dün herkesin dilinde olan bir akım, bugün çoktan unutulmuş olabiliyor. Peki, neden? Neden trendler bu kadar hızla doğuyor ve daha da önemlisi hızla yok oluyor?

Cevap, hem teknolojiye hem de insan psikolojisine dayanıyor. Artık hepimiz sürekli ve anlık içerik akışına maruz kalıyoruz. Sosyal medya platformları, algoritmaları sayesinde karşımıza her saniye yeni bir şey çıkarıyor. İlgi aralığımız giderek kısalıyor; bir videoya, bir görsele, bir habere sadece birkaç saniyemizi ayırıyoruz. Böyle bir hızda, bir şeyin kalıcı olması neredeyse imkânsız.

Tüketim kültürü de bu durumu körüklüyor. “Yeni olan” sürekli yüceltiliyor. Eskiyi korumak değil, hemen yenisine yönelmek teşvik ediliyor. Moda dünyasında mikro trendler, müzikte viral şarkılar, internette sürekli değişen farklı akımlar... Her biri kısa ömürlü bir tatmin sunuyor. Beğeniyoruz, tüketiyoruz, sıkılıyoruz ve yenisini arıyoruz. Döngü bu kadar basit ve acımasız.

Bir diğer önemli faktör de, insanların artık kimliklerini trendler üzerinden ifade etme ihtiyacı duyması. “Şu akımı takip ettim”, “bu şarkıyı ilk keşfeden bendim”, “o modayı ilk uygulayanlardanım” gibi görünürlük yarışları, trendlerin hızla tüketilmesine neden oluyor. Bir akım popüler olduğunda, onunla ilişkilendirilen özgünlük duygusu kayboluyor ve insanlar hemen yeni bir farklılık aramaya başlıyor.

Bu durum özellikle gençler arasında daha da belirgin. Kendini ifade etme, fark edilme ve özgün görünme isteği, sürekli değişimi adeta bir zorunluluk haline getiriyor. Dün herkesin giydiği bir ayakkabı, bugün “artık bitti” diyerek rafa kaldırılıyor. Çünkü bir şey geniş kitlelere yayıldığında, artık “özgün” olmuyor.

Sonuçta bu hız, hem üreticiyi hem tüketiciyi yoruyor. Trendlerin peşinden koşarken bir şeyleri gerçekten sevip sevmediğimizi, bir stile ya da fikre gerçekten bağlanıp bağlanmadığımızı düşünmeyi unutuyoruz. Derinlik kayboluyor; iz bırakan, ruhumuza işleyen kültürel anlar azalıyor.

Belki de yavaşlamanın zamanı gelmiştir. Her yeni geleni hemen tüketmek yerine, bazılarının tadını çıkarmak, bazılarına kök salacak kadar zaman tanımak… Çünkü gerçekten değerli olan şeyler, hızlı tüketilerek değil, zamanla içselleştirilerek kalıcı olur.