Sporun adı geçtiğinde zihnimizde ne canlanıyor? Sağlık mı? Dayanıklılık mı? Mutluluk mu? Yoksa kusursuz karın kasları, incelmiş beller, filtreli bir "fit" görünüm mü? Artık dürüst olalım. Günümüz dünyasında sporun anlamı, yavaş yavaş sağlıklı yaşamdan uzaklaşıp estetik bir kalıba girmeye başladı. Ve bu dönüşüm, birçok insan için spor yapmayı bir keyif olmaktan çıkarıp, bir mecburiyet, hatta bir yarış haline getirdi.
Artık spor salonları yalnızca hareket edilen yerler değil; adeta vitrin gibi. Aynalar, pozlar, ölçüler, takipçi sayıları... Herkes daha sıkı, daha düz, daha ince ya da daha hacimli görünmenin peşinde. Sağlık, enerji ya da stres atmak ikinci planda kalmış gibi. Çünkü spor, sanki sadece "fit görünmek" için yapılması gereken bir zorunluluk haline geldi.
Oysa hareket etmenin, bedenini çalıştırmanın ve nefes almanın estetikle hiçbir ilgisi olmak zorunda değil. Yürüyüşe çıkmak, sabahları esnemek, evde müzikle dans etmek, dağa tırmanmak, yüzmek, bahçede çalışmak... Bunların hiçbiri “görünmek” için değil, “hissetmek” için yapılan şeylerdi bir zamanlar. Ama şimdi aynaya bakmadan yapılan bir egzersiz eksikmiş gibi hissediliyor.
Bu algı yüzünden birçok insan spora başlamaya korkar hale geldi. “Zayıf değilim, spor salonuna gidince herkes bana bakacak”, “Yeterince fit değilim, oraya ait hissetmiyorum” gibi düşünceler insanları hareketsizliğe mahkûm ediyor. Oysa sporun en çok ihtiyaç duyduğu insanlar belki de o adımı atmaya çekinenler. Çünkü spor, yalnızca vücudu şekillendirmez; aynı zamanda ruhu güçlendirir, zihni toparlar.
Sosyal medyada karşımıza çıkan ideal vücut kalıpları, “fit” olmanın tek doğru halini dayatıyor. Ama unuttuğumuz bir şey var: Her beden farklıdır. Her metabolizma farklı çalışır. Ve en önemlisi, her insanın sporla kurduğu ilişki başkadır. Kimisi kilo almak için spor yapar, kimisi kilo vermek için. Kimisi ruhunu sakinleştirmek, kimisi kendini daha güçlü hissetmek için. Yani amaç “görünmek” değil, “var olmak” olmalı.
Sporu yeniden olması gereken yere taşımalıyız: Estetik değil, işlev. Kendi vücudunun sınırlarını keşfetmek, güçlenmek, direnç kazanmak, yaşam kalitesini artırmak... Bunlar işin gerçek özüdür. Spor, bir beden yarışması değil. Herkesin kazandığı bir yolculuktur.
Kendimizi başkalarının vücuduna bakarak yargılamaktan, kendi bedenimizi sürekli bir proje gibi görmekten vazgeçtiğimizde belki de spor yeniden keyifli hale gelir. Ayna yerine bedenimizin ne hissettiğine kulak verirsek, belki de en “fit” halimiz o zaman ortaya çıkar.
Çünkü güçlü olmak illa kaslı olmak değildir. İnce olmak, sağlıklı olmak anlamına gelmez. Ve en önemlisi: Spor yapmak için “fit” görünmek zorunda değiliz. Ama hareket etmek, yaşadığımız bedene saygı duymanın en güzel yoludur.