Z kuşağı için dijital dünya, sadece bir alışkanlık değil, adeta soludukları hava. Onlar, dünyaya ekranın içinden bakmayı öğrenerek doğdular. İnternet, ilk adımları, ilk sözcükleri, ilk gülüşleri kadar doğal bir parçaları oldu. Sosyal medya, oyunlar, mesajlaşma uygulamaları, video içerikleri... Tüm bu dijital mecralar, onların büyüme sürecinin ayrılmaz birer parçası. Bu nedenle, çevrimdışılık onlar için neredeyse yabancı bir kavram.
İnternet, çoğu için sadece eğlence aracı değil; bilgiye ulaşmanın, sosyal bağlar kurmanın, kendini ifade etmenin, hatta var olmanın temel yolu. Fiziksel dünyada konuşmak yerine mesajlaşmak, kitap sayfalarını çevirmek yerine video izlemek, günlük tutmak yerine hikaye paylaşmak daha kolay, daha tanıdık. Öyle ki, çevrimdışı kalmak çoğu zaman rahatsız edici bir boşluk hissi yaratıyor.
Ancak, Z kuşağının önemli bir kısmı, sürekli çevrimiçi olmaktan memnun değil. Bir yandan dijital dünyanın içinde yaşamak zorunda olduklarını hissediyorlar, diğer yandan o dünyadan kaçma arzusu taşıyorlar. Bu, onları sürekli bir iç çatışmanın içinde bırakıyor.
Telefonlarını birkaç saatliğine bir kenara bırakan gençler, farkında olmadan bir huzur hissi yaşadıklarını söylüyor. Bildirim sesleri gelmeyince sinirlenmek yerine rahatlıyorlar. Ancak, ardından "Acaba bir şey mi kaçırdım?" suçluluğu başlıyor. Bu kısır döngü, dijital yorgunluğun en belirgin işareti.
"Kaçırma Korkusu" (FOMO), bu neslin zihinsel yorgunluk haritasında parlayan en kırmızı nokta. Sürekli bir şeyleri kaçırma hissi, her an her yerde olma isteği yaratıyor. Oysa gerçek şu ki, insan her yerde olamaz, her anı yakalayamaz. Sosyal medya algoritmaları ise tam tersini söylüyor: Gündemi kaçırırsan, oyunun dışında kalırsın. Görünmez olursan, unutulursun.
İşte bu yüzden, çevrimdışı kalmak bir lüks haline geliyor. Zamanın yavaş aktığı, ekran yerine göz temasının olduğu, dijital olmayan anların kıymetli sayıldığı bir yaşam biçimi, artık nostaljik bir fikir gibi. Gerçek bağlantılar kurmak, yürüyüşe çıkmak, kitap okumak, anın tadını çıkarmak... Bunlar, romantik birer geçmiş anısı gibi sunuluyor, oysa hayatın ta kendisi. Z kuşağının bir kısmı bu farkındalığa sahip; belki de bu yüzden dijital detoks, meditasyon, doğa kampları gibi alternatifler bu yaş grubunda daha çok ilgi görüyor.
Bu çelişkiyi anlamak önemli. Z kuşağı dijitale karşı değil, ama ona mahkum olmak istemiyor. Herkesin her şeyle bu kadar iç içe olduğu bir dönemde, biraz "ayrılık" bazen nefes almak demektir. Bilinçli bir çevrimdışı olma hali, modern bir başkaldırı olarak da görülebilir. Çünkü ulaşılabilir olmamayı reddetmek, bu çağda neredeyse devrimsel bir tavırdır.
Üstelik çevrimdışı olmak, sadece bireysel değil, toplumsal bir mesaj haline de geliyor: "Ben sürekli tüketen biri değilim", "Ben bazen durmak istiyorum", "Ben, bana ait olan zamanı geri istiyorum." İşte Z kuşağının yeni dili bu olabilir. Kendini her an göstermek yerine, ne zaman görünmek istediğine karar vermek. Her şeye dahil olmak yerine, bazı şeyleri bilinçli olarak kaçırmayı seçmek.
Çünkü bazen, hiçbir şey yapmamak da bir eylemdir. Bildirimleri kapatmak, çevrimdışı moduna geçmek, sosyal medya uygulamalarını silmek; bunlar küçük ama etkili başkaldırılardır. Ve belki de Z kuşağı, bu başkaldırıyı yapabilecek tek nesildir. Hem teknolojiye hakimler hem de onun ağırlığını taşıyan ilk kuşaktırlar. Yani hem kurbanlar, hem de potansiyel kurtarıcılar.
Belki de geleceğin en büyük ayrıcalığı, bir saatliğine bile olsa bağlantıyı kesip nefes alabilmek olacak. Belki de en kıymetli özgürlük, ulaşılabilir olmamayı seçmek. Belki de en sade mutluluk, gerçek bir sessizlikte kendini duymak...
Ve belki de en büyük cesaret, tüm o kalabalığın içinden çıkıp şöyle diyebilmek: "Ben şimdi çevrimdışıyım."