Geçenlerde bir kafede otururken gözüme takılan bir sahne, zihnimi kurcalamaya başladı. Yan masada iki genç, ellerinde telefonlar, gözleri ekranlara mıhlanmış, sanki iki ayrı dünyadaydılar. Başta yalnız olduklarını sandım, ta ki ara sıra telefonlarını birbirlerine gösterip bir şeyler anlatana kadar. İşte o an dank etti: Bu manzara artık ne kadar da sıradanlaştı, hepimizin hayatının bir parçası haline geldi.

Teknoloji hayatımıza pek çok kolaylık getirdi, buna şüphe yok. Artık sevdiklerimizle anında iletişim kurabiliyor, dünyanın öbür ucundaki dostlarımızla bile sanki yanı başımızdaymış gibi konuşabiliyoruz. Peki ya yanı başımızdakiler? Onlarla aramızdaki mesafe, teknolojinin bu denli yaygınlaşmasıyla birlikte artıyor mu acaba?

Eskiden bir araya geldiğimizde sohbet ederdik, göz göze gelirdik, birbirimizi can kulağıyla dinlerdik. Şimdi ise toplantılarda, yemeklerde, hatta aile buluşmalarında bile gözlerimiz daha çok ekranlara kayıyor. Bir bildirim sesi, bir mesaj titreşimi, karşımızdaki insanın sözünden daha çabuk dikkatimizi çekiyor. Bu durum, teknolojiye olan bağlılığımızın mı, yoksa insanlardan uzaklaşma eğilimimizin mi bir göstergesi?

Sosyal medya platformlarında hayatımızın her anını paylaşıyoruz; tatiller, yemekler, özel günler… Peki, gerçekten yaşıyor muyuz o anları, yoksa sadece başkalarına göstermek için mi yaşıyoruz? Doğum günü partilerinde bile ilk düşüncemiz “En güzel fotoğrafı nasıl çekerim?” oluyor. Anın tadını çıkarmak yerine, onu bir kareye hapsetmeye çalışıyoruz.

Peki ya samimiyet? Bir emoji, gerçek bir sarılmanın sıcaklığını verebilir mi? Bir kalp ikonu, birinin gözlerinin içine bakıp "Seni önemsiyorum" demenin derinliğini taşıyabilir mi? Elbette teknoloji iletişim kurmayı kolaylaştırıyor. Uzaktaki bir arkadaşımıza “Nasılsın?” diye sormak artık saniyeler sürüyor. Ama o mesaj, gerçek bir sohbetin, yüz yüze gelmenin yerini tutabilir mi? Dijital iletişimde kaybolan ses tonları, mimikler, jestler… Bunlar olmadan kurduğumuz bağlar ne kadar güçlü olabilir ki?

Artık aile yemeklerinde bile herkesin elinde bir akıllı telefon var. Aynı sofrada oturuyoruz ama aslında hepimiz farklı dijital dünyalardayız. Bir çocuk annesine bir şey anlatmaya çalışırken annesinin gözleri ekranda geziniyor. Bir baba, çocuğunun en sevdiği oyuncağı bile bilmiyor, çünkü akşamlarını sosyal medyada geçiriyor. Bu durumun bedeli ağır: Paylaştığımız anılar azalıyor, gerçek bağlarımız zayıflıyor. Sevdiklerimizle geçirmemiz gereken zamanı, farkında olmadan teknolojiye hediye ediyoruz.

Yanlış anlaşılmasın, teknoloji düşmanımız değil. Doğru kullanıldığında hayatımızı zenginleştiren bir araç. Uzaktaki sevdiklerimizin sesini duymak, onlarla bağ kurmak harika bir şey. Sorun, teknolojiyi nasıl kullandığımızda, ona ne kadar izin verdiğimizde. Belki de telefonlarımızı biraz daha az elimize almalı, karşımızdaki insanın gözlerinin içine biraz daha fazla bakmalıyız. Belki bir mesaj yerine bir telefon araması yapmalı, sanal bir beğeni yerine gerçek bir iltifat etmeliyiz.

Unutmayalım ki, telefonlarımızdaki dijital anılar bir gün silinebilir, ancak gerçek bir gülüş, sıcak bir sarılma, birlikte geçirilen bir anı asla unutulmaz. Teknolojiyi hayatımızı kolaylaştırmak için kullanırken, en değerli varlığımız olan insani bağlarımızı da korumalıyız. Bu yazıyı okuduktan sonra küçük bir deneme yapmaya ne dersiniz? Sevdiğiniz birinin yanına gidin, telefonunuzu bir kenara bırakın ve sadece onunla konuşun. Ne kadar iyi hissedeceğinize inanamayacaksınız. Unutmayalım, biz bu dünyaya teknolojiyi değil, insanları sevmeye geldik.