Sosyal medya çağında büyüyen gençler, her şeyin hızla tüketildiği bir dünyada kendi seslerini duyurmaya çalışıyor. Ancak çoğu zaman bu ses, kalabalık bir akışın içinde kayboluyor. Beğeniler, paylaşımlar, emojiler… Evet, bunlar bir tür etkileşim ama gerçekten dinlemekle aynı şey değiller. Gençler yalnızca "like" beklemiyor. Anlaşılmak, duyulmak, önemsenmek istiyorlar. Ve ne yazık ki çoğu zaman bu ihtiyaçları, dijital onayların arasında görünmez kalıyor.
Dışarıdan bakıldığında çok “bağlı” görünen bir kuşakla karşı karşıyayız. Her an çevrimiçiler, her şeyden haberdarlar, her konuda fikir beyan edebiliyorlar. Ama bu yüzeyin altına indiğimizde başka bir tablo çıkıyor: Anlatacak çok şeyi olup da kendini gerçekten anlatacak bir zemin bulamayan bir nesil bu. Onlara söz hakkı veriliyor gibi ama çoğu zaman ne söylediklerine değil, nasıl göründüklerine odaklanılıyor.
Gençlerin içinden gelen yaratıcı fikirler, düşünceler ya da duygular çoğu zaman “çocuksu” diye küçümseniyor. Halbuki onların dünyası da en az yetişkinlerinki kadar karmaşık ve anlamlı. Ebeveynler, öğretmenler, yöneticiler gençleri "anlamak" istediklerini söylüyor ama çoğu zaman gençlerin beklentisi yalnızca nasihat duymak değil. Onlar, konuşmalarının kesilmediği, fikirlerinin küçümsenmediği, hata yapma haklarının ellerinden alınmadığı bir alan arıyorlar.
Sadece alkışlanmak ya da yargılanmak değil; gerçekten duyulmak, tartışılmak, ciddiye alınmak istiyorlar. Bugünün gençleri yalnızca sosyal medya içeriği üreticileri değil; aynı zamanda birer fikir üreticisi, sorgulayan bireyler. Onlara yalnızca ekranlardan ulaşmak, onlara "beğeni" vermek yeterli değil. Onlarla gerçek bir bağ kurmak gerekiyor.
Ayrıca unutmamalıyız ki gençlik dönemi, aidiyet ihtiyacının en yoğun yaşandığı evredir. Yalnız hissetmek, anlaşılmadığını düşünmek, fikirlerinin ciddiye alınmadığını görmek… Bunlar gençleri içe kapanmaya, kendini geri çekmeye ve zamanla kendi iç sesini bastırmaya itebiliyor. Bu da sadece bireysel değil, toplumsal olarak da kayıp demek. Çünkü dinlenmeyen bir gençlik, geleceğe sessiz kalır.
Her “like”, bir anlam taşıyor sanıyoruz ama gençler kalabalıklar arasında kaybolmuş bir birey gibi hissedebiliyor. Onlara “beğendim” demek kolay; asıl mesele, “neden böyle hissediyorsun” diye sormak. Sosyal medya beğenileri, yüzeyde bir onay sunuyor, ancak hiçbir algoritma bir gencin iç dünyasını gerçekten anlayamıyor.
Peki ne yapmalı? Önce gerçekten dinlemeyi öğrenmeli. Gençlerle yalnızca konuşmamalı, onlarla birlikte düşünmeliyiz. Onların dünyasına yukarıdan bakmak yerine, yanlarında durmalıyız. Soru sormalı, yargılamadan dinlemeli, sadece duymakla kalmamalı, anlamaya çalışmalıyız.
Çünkü gençler en çok bunu söylüyor: Like etme, dinle.
Ve belki de biz büyükler olarak, onları yalnızca “anlatırken” değil, “anlarken” var edebiliriz.