Bir sabah kalkın, telefonunuzu elinize almayın. Sokağa çıkın. Bir çay ocağında oturun, pazarda birkaç tezgâha göz atın, bakkalda sıraya girin, minibüse binin... Birkaç dakika içinde fark edeceksiniz: Bu şehir başka bir şey konuşamıyor. Her cümlede “geçim” var. Her bakışta “dert”, her sohbette “ekonomik kaygı” var. Bu durum artık sadece geçici bir kriz değil; yaşam biçimine dönüşmüş bir sıkıntı.
Ekonomi uzmanlarının televizyonlarda çizdiği grafikler, dev ekranlara yansıyan büyüme rakamları, faiz indirimi tartışmaları... İnanın bunlar halkın umurunda bile değil. Çünkü vatandaş için ekonomi, buzdolabında ne var ne yok, akşama ne pişireceğiz, çocuğa okul ayakkabısı alınabilecek mi meselesidir. Market raflarına yaklaşırken hesap makinesi gibi çalışan zihinler, evin masraf listelerini defalarca revize eden anneler… İşte gerçek hayat budur.
Asgari ücret daha hesaba yatmadan eriyor. Emekli maaşıyla ayın ortasını görmek mucizeye dönüşmüş. Gençler bırakın gelecek hayali kurmayı, bugünün dertlerine yetişemiyor. “Bir et alalım, bir dışarı çıkalım, bir tatil yapalım” gibi sıradan cümleler artık lüks sayılıyor.
Ama asıl rahatsız edici olan şu ki insanlar sıkıntıda, ama çözüm adına elle tutulur, yüreğe su serpen adımlar yok. Herkes birbirine soruyor “Bu yük daha ne kadar taşınacak?”
Bakın, ekonomi sadece rakamlarla okunmaz. Boşalan pazar fileleriyle, markette göz ucuyla fiyat etiketi okuyan insanlarla okunur. Çocuğuna doğum günü pastası alamayan babayla, akşam evde lambayı açmaya korkan emekliyle okunur. Sayılar değil, seslerdir ekonominin gerçek dili. O sesleri duymayanlar ne yazık ki çözümün de parçası olamaz.
Artık bu dertleri çözmek için yukarıdan bakan anlayıştan vazgeçmek şart. Gerçek tabloyla yüzleşmeden hiçbir şey düzelmez. Gelir adaleti sağlanmadan, alın teriyle geçinenin yükü hafifletilmeden bu ülkenin iç huzuru da kalmaz.
Kime ne fayda sağlıyor milyon dolarlık projeler, eğer komşumuzun evinde akşam yemeği yoksa? Kim mutlu oluyor rekor büyüme oranlarından, eğer bir yaşlı vatandaş ısınmak için battaniyeye sarılıyorsa?
Daha net bir şey söyleyeyim. Bir ülkede ekonomi büyüyorsa ama halk küçülüyorsa, o büyüme kâğıt üstündedir.
O yüzden bugünden itibaren şu soruyu sormak gerekiyor. Ekonominin merkezine gerçekten insanı mı koyuyoruz, yoksa sadece rakamları mı konuşuyoruz?
İşte bu yüzden yazıyorum. Çünkü halkın sesi duyulsun. Çünkü İzmir’in sokaklarında dolaşırken herkesin kalbinden geçen şu cümleyi biliyorum. “Geçinmek artık geçinememek demek.”
Ve unutmayın, bir ülkenin gerçek sesi, sokaktaki insanın fısıltısında gizlidir. O sesi duymadan yapılan her plan eksik kalır, her çözüm yarım olur.
Kadir Barış
Yönetim Kurulu Başkanı
İzmir’de Son Dakika