Sabah alarm çalıyor…

Gergin uyanıyoruz, ilk yaptığımız şey saate bakmak. Çünkü hep bir şeylere geç kalıyoruz. Ama sadece işe, randevuya değil… Kendimize geç kalıyoruz, hayata, sabra,saygıya, insan olmaya geç kalıyoruz.

Trafiğe çıkıyoruz, kimse kimseye yol vermiyor. Sıraya giriyoruz, herkes birbirinin önüne geçmeye çalışıyor. Çünkü kimsenin tahammülü kalmadı. Herkes sinirli ama kimse “Ben niye böyle oldum?” diye sormuyor. Herkes patlamaya hazır bir bomba ama pimini hep başkasının çektiğini düşünüyor.

Kusura bakmayın ama biz bir “öfke toplumu” olduk. Trafikte sinyal vermeyene kornayı dayıyoruz, markette kasiyer yavaş diye yüzünü buruşturuyoruz, kafede garsona tersleniyoruz. Çünkü biz gerginliği hak sanıyoruz artık. 
Hakkımızı aramakla, saygısızlığı karıştırıyoruz. Bağırmayı güçlü olmak, susanı ezmek sanıyoruz.

İş yerlerinde yöneticiler gergin, alt kadro diken üstünde. Çünkü yönetenler yetkili ama etkisiz, çalışanlar görevli ama gönülsüz. Kimse kimseye güvenmiyor, herkes pozisyonunu koruma telaşında. Egosu büyük, özgüveni eksik insanlar birbirine hükmetmeye çalışıyor. Üst üste biriken bastırılmış öfke, en zayıfa patlıyor. Düşünsene, işyerinde çaycıya bağıran biri, evde karısına da bağırıyor, sokakta hayvana da tekme atıyor.

Ve en acısı ne biliyor musun? 

Bu öfkeyi, bu saygısızlığı normalleştirdik. “Herkes böyle” deyip geçiyoruz. Kendi nezaketimizi küçümseyip, kabalığı hayatta kalma biçimi sandık. Uysal olanı ezik, ses çıkarmayanı korkak gördük.

Bu ruh hâli sadece sosyal ilişkilerimizi değil, çocuklarımızı da çürütüyor. Bugünün çocukları annesinin babasının bağırışları arasında büyüyor. Sevgi görmeden, saygı nedir öğrenmeden büyüyor. Bir çocuğun şiddetle temas ettiği ilk yer, ev… Sonra okulda öğretmenine diklenen, sokakta arkadaşına küfreden, sonra büyüyünce eşine bağıran bir yetişkine dönüşüyor.

Böyle böyle tahammülsüz bir kuşak, öfke dolu bir toplum oluyoruz.

Bilimsel veriler ne diyor biliyor musun? 

Dünya Mutluluk Raporu’nda Türkiye her yıl daha da geriye düşüyor. Psikologlar, psikiyatrlar alarm veriyor: Antidepresan kullanımı tavan yaptı. Ama kimse hâlâ "Ne oluyoruz?" demiyor. Çünkü biz yaşadığımız krizi sadece ekonomik sanıyoruz.

Oysa asıl kriz, insanlık krizi.

Ekonomi düzelir. Sistem değişir. Ama insanlar kırılırsa, toplum geri dönemez.

Biz gülümsemeyi unuttuk. 

Göz teması kurmayı unuttuk.

“Nasılsın?” deyip gerçekten beklemeyi unuttuk. 

Çünkü biz insan olmanın detaylarını sildik, yerine yalnızca hızlı, güçlü, öfkeli olmayı koyduk. Herkes yorgun. Ama kimse durup dinlenmiyor. Çünkü durursa düşeceğini sanıyor. 

Oysa düşmekten değil, düşürdüğümüz değerlerden korkmalıyız.