Bir oyun ne kadar tehlikeli olabilir? Sadece bir telefon ekranında oynanıyor, birkaç tuşla ilerleniyor... Ama bazen bu masum gibi görünen oyunlar, genç bir hayatı sessizce sona erdirecek kadar etkili olabiliyor. Ne yazık ki internetin karanlık köşelerinde, çocukları ve gençleri hedef alan “oyun” kılığına bürünmüş tehlikeler kol geziyor. Ve çoğu zaman bu oyunlar fark edildiğinde, artık çok geç olabiliyor.

Son yıllarda “Mavi Balina”, “Momo” gibi dijital meydan okumalar, dünya genelinde pek çok trajedinin başrolünde yer aldı. Bu oyunlar, başlangıçta basit ve eğlenceli gibi sunulsa da, zamanla oyuncuya psikolojik baskı uygulayan, korku ve tehditle manipüle eden bir sisteme dönüşüyor. Özellikle yalnız, içine kapanık, ailesiyle güçlü bir bağ kuramamış gençler bu oyunlara daha açık hale geliyor. Çünkü bu dijital tuzaklar, gençlerin zayıf noktalarını hedef alıyor: Aidiyet, cesaret, sınırları zorlama ve görünür olma arzusu.

Oyun adı altında sunulan bu karanlık yapılar, gençlere “bir görev zinciri” sunuyor. Başta masum isteklerle başlayan bu zincir, zamanla fiziksel zarar verme, toplumdan izole olma ve en sonunda da intihara yönlendiren görevlerle devam ediyor. Genç, adım adım kontrol ediliyor, yönlendiriliyor, hatta tehdit ediliyor. Korkuyor ama çıkamıyor. Çünkü artık biri tarafından “izlendiğine”, “eğer bırakırsa zarar göreceğine” inandırılmış durumda.

Bütün bunlar olurken çevresindeki yetişkinler çoğu zaman farkında bile olmuyor. Çünkü bu süreçler sessiz ilerliyor. Genç odasında, bilgisayarının başında. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir gün gibi görünüyor. Ama içeride büyük bir çöküş yaşanıyor. Sosyal medya sessiz çığlıklarla dolu: Paylaşılan karanlık görseller, belirsiz mesajlar, “görülmeyen” yardım çağrıları… Ve çoğu zaman biz bu işaretleri görmüyoruz. Ya da görsek bile geç kalıyoruz.

Ailelerin, öğretmenlerin, toplumun en büyük sorumluluğu; sadece çocuğun telefon ekranına değil, ruh haline de bakabilmek. Yasaklamak kolay, ama anlamaya çalışmak çok daha değerli. Gençlerle kurulan sağlıklı bir iletişim, bu tehlikelerin önüne geçmekte en güçlü araç olabilir. Onlara “oynama” demek yerine, “neden oynuyorsun, nasıl hissediyorsun, bir şey seni rahatsız ediyor mu?” diye sormak gerekir. Anlamak için dinlemeli, yargılamadan konuşabilmeli, güven verebilmeliyiz.

Devletlerin ve teknoloji şirketlerinin de bu konuda ciddi sorumluluğu var. Bu tür oyunları tespit edip yayılmasını engellemek, dijital içeriklerin çocuk dostu olmasını sağlamak, siber zorbalığı azaltacak önlemler almak şart. Aynı şekilde okullarda dijital farkındalık eğitimlerinin artırılması, öğrencilerin yalnızca ekran kullanımını değil, dijital dünyadaki psikolojik manipülasyonları da tanıyabilmesi için çok önemli.

Çünkü mesele sadece bir oyun değil. Mesele, çığlık atmayan ama içten içe tükenen bir çocuğun fark edilip edilmemesi. Mesele, dijital dünyanın çocuklarımızı bizden daha çok tanıyor olması.
Ve mesele, bir oyun yüzünden kaybedilen hayatın ardından “keşke daha önce fark etseydik” dememek.