Gülümseyen bir yüz, doğru ışık, iyi bir filtre... Belki de bir öykünün, bir hayatın sadece parlatılmış yüzü. Sosyal medya profillerinde sergilediğimiz kimlikler artık yalnızca dijital vitrinler değil, aynı zamanda insanların bizi tanıdığı, değerlendirdiği, hatta bazen yargıladığı birer “kimlik kartına” dönüşmüş durumda. Ama biz gerçekten orada gördüğümüz kadar mıyız? Yoksa görünmeyen, anlatılmayan, paylaşılmayan kısımlarımız çok daha fazla mı?
Bir profil fotoğrafı, tek bir kare. Ama o karenin ardında; korkular, hayaller, bastırılmış duygular, hiç açılmamış yaralar ve sesini bulamamış cümleler var. İnsanlar kendilerini tek bir görselle anlatmak, öyle görünmek ya da öyle algılanmak istiyor. Bu da zamanla, dijital kimliğin bir “temsil” olmaktan çıkıp, bir “yük”e dönüşmesine neden oluyor. Çünkü biz o kareye sığmıyoruz. Hiçbir insan sığmaz.
Sosyal medyada görünürlük arttıkça, görünme kaygısı da büyüyor. En doğal halimizle görünmek yerine, “beğenilecek” halimizi kurguluyoruz. Bu kurgular zamanla kendimize bile yabancılaştırıyor bizi. Sabah uyandığımızda hissettiğimiz ruh halinden çok, profilimize uygun ruh haline bürünmeye çalışıyoruz. Dijital kimlik, içimizdeki "ben" ile toplumun bizden beklediği "ben" arasında sıkışmış bir arayüze dönüşüyor.
“Mutluyum” derken gözümüzün içi gülüyor mu? “Başardım” dediğimizde gerçekten içimiz rahat mı? Bazen paylaşım yaptığımız kadar yaşamıyor, beğeni aldığımız kadar değerli hissediyoruz. Oysa hayat, ekranın dışında da akıyor. Ve biz, dijital kimliğimizle yarışırken çoğu zaman içsel yolculuğumuzu ihmal ediyoruz.
Bu durum özellikle gençlerde çok daha belirgin. Z kuşağı için profil fotoğrafı bir ifade aracı değil sadece; aynı zamanda bir var olma biçimi. Kimliğin tanımı artık CV’de değil, biyografi satırlarında, gönderi arşivlerinde, hikâyelerde gizli. Bir gencin kendini “cool” göstermek zorunda hissettiği bir dünyada, en büyük lüks belki de sade ve samimi olabilmek.
Peki, ne yapmalı? Öncelikle bu “görünme baskısı”nı fark etmek gerek. Beğenilerle tanımlanmamak, sadece güçlü göründüğümüz için sevilmemek... Gerçek ilişkiler, kırılganlıkla kurulur. Gerçek samimiyet, kusurların da görünmesine izin verir. Belki de dijital vitrinimizi biraz tozlandırmakta, biraz eksik bırakmakta, biraz da “ben buyum, bu kadarım” demekte bir özgürlük vardır.
Bir profil fotoğrafı, sadece bir çerçeve. Ama o çerçevenin dışında kalan biz, asıl hikâyeyi yazanız. Ve bu hikâye, poz vermeden de var olabilir.
Gerçek soruyu tekrar soralım: Kaç kişiliğe bölünüyoruz görünür olabilmek için? Ve hangisi gerçekten bize ait?