Aynı evde yaşıyorlar, aynı dili konuşuyorlar… Ama çoğu zaman birbirlerini anlayamıyorlar. Gençlerle büyükler arasındaki kuşak farkı artık sadece yaşla, yıllarla ya da teknolojiyle açıklanabilecek bir durum olmaktan çıktı. Bu fark, aynı zamanda bir "anlama biçimi" farkı. Gençler bir şey anlatıyor, büyükler başka bir şey duyuyor. Cümleler tanıdık, kelimeler ortak; ama duygular, anlamlar, beklentiler bambaşka.
Bir genç “yalnızım” dediğinde, büyükler bunu genellikle “arkadaş çevresi dar” şeklinde okur. Oysa o yalnızlık, derin bir iç boşluk, anlaşılmama hissi ya da çevresinde onlarca insan varken bile kimseye içini açamamanın çaresizliğidir. “Sıkılıyorum” diyen bir gence, çoğunlukla “şükretmeyi öğren” denir. Ama o sıkıntı, amaçsızlık, tükenmişlik, dünyaya yetişememe duygusudur belki de. Sorun şudur: Gençler anlatıyor ama kendi dillerince. Büyükler ise eski tanımlar, alışılmış kalıplar ve hazır yargılarla dinliyor.
İfade biçimleri de değişti. Bir genç hislerini bir şarkının sözleriyle dile getiriyor, bir video paylaşarak içindekini yansıtıyor, bazen sadece susarak bağırıyor. Ama bu yeni dil, çoğu zaman “anlamsız” sayılıyor. “Çok içine kapanık”, “telefon elinden düşmüyor”, “kendini ifade etmiyor” gibi cümlelerle damgalanıyor. Oysa suskunluk her zaman ilgisizlik değildir. Belki de genç, tam o sırada içindeki fırtınayı en sessiz haliyle anlatıyordur.
Ve belki de büyüklerin yapması gereken şey, sadece kulak vermek değil, gönül açmak. Yargılamadan, kıyaslamadan, hemen çözüm önermeden sadece dinlemek. Çünkü gençlerin çoğu, nasihat değil, anlayış istiyor. Onlar hazır reçetelerle değil, empatiyle büyümek istiyor.
Büyüklerin “bizim zamanımızda…” diye başlayan cümleleriyle, gençlerin “beni bir dinle artık” çığlıkları arasında bir uçurum oluşuyor. Oysa o uçurumu kapatmak sanıldığından daha kolay olabilir. Biraz sabırla, biraz içtenlikle, biraz da gerçekten anlamak isteyerek. Gençler hata yapmak ister, denemek ister, bazen düşmek ve sonra kendi ayağıyla kalkmak ister. Büyüklerin görevi, onların düşmesini engellemek değil; düştüklerinde anlayışla yanlarında olmaktır.
Unutmayalım ki gençler anlatmaktan vazgeçmiyor, sadece artık kimin dinlediğinden emin olmak istiyor. Onlara yalnızca “duyuluyor” hissi değil, “önemseniyor” hissi de gerek.
Çünkü gençlerin en çok ihtiyacı olan şey, saygıyla dinlenen bir sessizliktir. O sessizlikte bazen bütün bir ömür saklıdır.
Ve biz, o ömrün şahitliğini yapmayı seçebiliriz… Ya da sonsuza kadar o aradaki mesafeyi korumayı.