Günümüz şehirleri artık sadece beton, asfalt ve trafik ışıklarından ibaret değil. Sokaklar konuşuyor, lambalar düşünüyor, kameralar tahmin ediyor. Çünkü şehirler artık akıllı… Hem de tahmin ettiğimizden çok daha fazla. Bu akıllı sistemlerin kalbinde ise yapay zekâ yatıyor.

Peki, nedir bu “akıllı şehir” dedikleri? En basit anlatımıyla, bir şehrin altyapısının teknolojiyle birleşip daha verimli, daha güvenli, daha sürdürülebilir hale gelmesidir. Ve bu sistemin bel kemiği: Yapay zekâ destekli otomasyon.

Trafikte sabah işe gitmeden önce uygulaman seni en az yoğun olan yola yönlendiriyor. Bu tesadüf değil. Şehir genelindeki binlerce kamera, sensör ve GPS verisi anlık analiz edilerek, yapay zekâ trafiğin nabzını tutuyor. Kaza riski olan bölgeleri tespit ediyor, acil durumlara öncelik tanıyor. Trafik ışıkları bile artık sabit değil; yoğunluğa göre renk değiştiriyor.
Otobüs durağına gidiyorsun, otobüsün ne zaman geleceğini gösteren ekran da akıllı. Şehirdeki ulaşım verileri anlık toplanıyor ve AI tarafından tahmin ediliyor. Hatta bazı ülkelerde sürücüsüz otobüs testleri başladı bile. Yani yapay zekâ, direksiyona çoktan oturdu.

Akıllı şehirlerde yalnızca trafik değil; enerji kullanımı, atık yönetimi, su tüketimi, aydınlatma, güvenlik ve afet önlemleri de yapay zekâ ile yönetiliyor. Sokak lambaları, yaya varsa yanıyor. Yağmur sensörleri kanalizasyon riskini önceden hesaplıyor. Güvenlik kameraları yüz tanıma sistemleriyle suçluları tespit ediyor. Hepsi daha yaşanabilir bir şehir için.

Ancak her şey toz pembe değil. Tüm bu veriler toplanıyor, analiz ediliyor. Peki mahremiyetimiz ne olacak? Akıllı şehirlerin karanlık tarafı da bu: Gözetim. Yapay zekâ yalnızca hayatımızı kolaylaştırmakla kalmıyor, bizi takip de ediyor.

Bu noktada mesele şu: Teknolojiyi sadece tüketen değil, yöneten olursak, şehirler bizim için gerçekten yaşanabilir hale gelir.